Türkler ölümden sonraki yaşama ait dinî inançları sebebiyle “kurgan” adı verilen mezarlar yapmışlardır. Özellikle Hunlarda rastla...
Tekirdağ’da yazdığı mektuplarıyla Macar edebiyatında önemli yer edinen Mikes Kelemen, 1725’te şöyle diyordu:
“… Başka hiçbir memlekette sığıntıya bu kadar yardım edilmez. Hiçbir yerde buradaki gibi sakin ve rahat olamayız. Tanrı’ya şükür şimdiye kadar aramızda en küçük bir kırgınlık olmadı. Türklere nerede rastlasak bizi hep iyilikle karşıladılar, çünkü Türkler en çok Macarları severler.
Prof. Dr. Laszlo RASONYI, Tarihte Türklük, s. 213.
Tekirdağ’da yazdığı mektuplarıyla Macar edebiyatında önemli yer edinen Mikes Kelemen, 1725’te şöyle diyordu: “… Başka hiçbir...
Fatih Sultan Mehmet, adamları ile gezerken, yanına sokulan dilenciye bir altın vermiş.
Dilenci parayı alınca:
-Aman Sultanım, demiş. Koskoca bir padişah, kardeşine bu kadar para verir mi?
Fatih Sultan Mehmet, nereden kardeş olduğunu sorunca, dilenci:
-İkimiz de Hazreti Ademin çocukları değil miyiz? demiş. Elbette kardeşiz.
Sultan Fatih:
-Bu keşfini sakın başkasına söyleme, diye gülümsemiş. Diğer kardeşlerimiz de pay isterse, sana zırnık bile düşmez.
Fatih Sultan Mehmet, adamları ile gezerken, yanına sokulan dilenciye bir altın vermiş. Dilenci parayı alınca: -Aman Sultanım, demiş....
III. Mustafa’nın veziri Koca Ragıp Paşa’nın konağında bir Ramazan günü oruç üzerine sohbet yapılıyordu. Ragıp Paşa, orada bulunanlardan Şair Haşmet’e:
- Haşmet! Senin de borcun var mı? diye sorunca, Haşmet:
- Evet efendim! diye cevap verdi. Mahalle bakkalına bin kuruş, kasaba beş yüz kuruş… Ragıp Paşa gülerek:
- Onu sormuyorum yahu, dedi. Oruç borcun var mı, sen onu söyle.
Şair Haşmet şu cevabı verdi:
- Paşam, oruç borcunu Allah sorar. Sizin soracağınız, kul borcudur.
III. Mustafa’nın veziri Koca Ragıp Paşa’nın konağında bir Ramazan günü oruç üzerine sohbet yapılıyordu. Ragıp Paşa, orada bulunanlardan ...
Şair Ebu Dellame ile Halife Mehdi arasında şöyle bir vakıa geçmiştir: Ebu Dellame, Abbasi hükümdarlarına bir kaside takdim eder. Halife kasideyi pek beğenir:
- Sana bu kasiden için ne caize vereyim?
- Efendimiz bendeniz bir av köpeği isterim.
- Bu kadar güzel bir kasidenin caizesi bir av köpeği olur mu?
- Efendim kulunuz böyle istiyor.
Halife Mehdi işe şaşar, ama şairi de kırmak istemez:
- Peki, istediğin gibi sana bir av köpeği versinler.
- Fakat Efendim bendeniz ava ne ile gideceğim?
- Hakkın var bir de at versinler.
- Ata nasıl bineceğim?
- Doğru, güzel bir eğer takımı da versinler.
- Efendimiz ata kim bakacak?
- Haklısın, bir de köle versinler.
- Ama Efendim ben atı nerede barındıracağım?
- Bir de ahır versinler.
- Köleyi nerede yatırayım?
- Bir ev versinler.
- Bu kadar halkı ne ile doyuracağım?
- Bin altın da haçlık versinler.
- Efendim…
Halife Mehdi şairin sözünü kesmiş:
-Eğer masrafı idare etmeye bir kethüda, hesapları tutmaya bir katip istersen köpeği geri alırım ha!..
Şair Ebu Dellame ile Halife Mehdi arasında şöyle bir vakıa geçmiştir: Ebu Dellame, Abbasi hükümdarlarına bir kaside takdim eder. Halife k...
Çok değerli olan kütüphanesini millete vakfeden Koca Ragıp Paşa, onların bakımı için tanıdıklarından birini memur tayin eder. Bir gün ansızın kütüphanesini ziyarete giden Paşa, etrafı ve kitapları toz, toprak içinde bulunca canı çok sıkılır ve belli etmemeye çalışarak:
-Seni tebrik ederim yavrum, der. Gerçekten de gerçekten de emniyetli bir adammışsın. Teslim edilen şeylere hiç el sürmemişsin, âferin!
Çok değerli olan kütüphanesini millete vakfeden Koca Ragıp Paşa, onların bakımı için tanıdıklarından birini memur tayin eder. Bir gün ans...
XVI. yy.’ın en güçlü donanması, Akdeniz’i iç deniz haline getirmiş olan Osmanlı Donanmasıydı. Kalyonlarda gözcü direklerinde, eğitilmiş maymunlar kullanılırdı.
Bu hayvanlar, görme yeteneklerinin çok güçlü olması nedeniyle, eğitilerek böyle değerlendiriliyorlardı. Maymunlar, çok uzak mesafelerden kalyonları fark ederler ve belli ses ve hareketlerle aşağıdakilere haber verirlerdi.
Eğitilmiş maymunlar Azapkapı çarşısında satışa sunulurlardı. Maymun dükkânları bugünkü Unkapanı Köprüsü’nün Şişhane tarafının, Haliç kıyısında bulunan Sokullu Mehmet Paşa Camii kenarındaydı.
Abdülkerim Efendi, bir gün maymunlar sapık ilişkilere alet edilir düşüncesiyle, peşine taktığı yüzlerce kişiyle bu pazarı basmış, dükkânları harâp etmiş ve bütün maymunları yakalatıp, toplatıp civardaki ağaçlara astırarak idâm ettirmiştir.
Bu olay sonrasında Abdülkerim Efendinin lâkabı “maymunkeş” olarak kalmıştır. Halk tarafından hiç sevilmeyen bu fevkalâde asabî, merhâmetsiz ve sert adamın ölümü, İstanbul’da şenliklere vesile olmuştur.
XVI. yy.’ın en güçlü donanması, Akdeniz’i iç deniz haline getirmiş olan Osmanlı Donanmasıydı. Kalyonlarda gözcü direklerinde, eğitilmiş m...
Osmanlı kentinde mahalle sosyal sınıflaşmaya göre değil,etnik ve dini farklılığa göre biçimlenmiştir.Yani Müslim ve gayrimüslim aynı mahallede oturamaz.Bir dini ve etnik grubun zengini ile fakiri aynı yerde yaşar ki, bu Ortaçağ Avrupa şehirleri için de geçerlidir.
Osmanlı kentinde mahalle sosyal sınıflaşmaya göre değil,etnik ve dini farklılığa göre biçimlenmiştir.Yani Müslim ve gayrimüslim aynı maha...
Dünyanın ilk petrol kuyusu, yani cehennemin kapılarının açıldığı gün. ABD, 1863
Asilzadelere özgü bir mal olan ipek, dayanıklı ve çok değerli idi. İpek ticaretinde tüccarlar yüksek kazançlar elde ediyorlardı. III. yüzyılda Çin’in başkentinde ipek, ketenden iki kat daha pahalıydı. Çin’in batı sınırında bu oran 4-6 kata kadar çıkabiliyordu. Roma’da IV. yüzyıl başında 1 kg boyanmamış ipek için 4000 altın dinar ödeniyordu. VIII. yüzyılda Bizans’ta bile ipek hâlâ altınla ölçülüyordu. Doğu ve Batı pazarlarında önemini koruyan ipek aynı zamanda takas aracı olarak da kullanılıyordu. Bu nedenle devletler ticaret kervanlarından önemli miktarda gümrük vergisi geliri elde ediyorlardı.
Prof. Dr. B. Y. STAVISKY, “İpek Yolu ve İnsanlık Tarihindeki Önemi”, Türkler Ansiklopedisi, C 3, s. 222 (Özetlenmiştir.).
Asilzadelere özgü bir mal olan ipek, dayanıklı ve çok değerli idi. İpek ticaretinde tüccarlar yüksek kazançlar elde ediyorlardı. III. yü...
“Tanrı’nın yardımı ve şefaati, subay ve askerlerimin yüksek savaş yeteneği atlarımın gücü ve kuvveti ile bütün Yüeçileri ezdik. Böylece göğün altında (yani dünyada) asayiş ve dirlik kurulmuş oldu. Bundan sonra yirmi altı kavmi daha hâkimiyetim altına aldım. Bunların hepsi Hun oldu. Yay çekebilen bütün kavimler tek bir aile gibi birleştiler. Şimdi kuzeydeki bütün ülkelerde dirlik ve düzeni kurdum. Şimdi silahları bir tarafa koymak, subay ve birliklerimi dinlendirmek, atlarımızı beslemek istiyorum... Çocuklarımız ve gençlerimiz büyüsünler, yaşlılarımız ise huzur içinde yaşasınlar.”
Prof. Dr. Bahaeddin ÖGEL, Dünden Bugüne Türk Kültürünün Gelişme Çağları, s. 65-66.
“Tanrı’nın yardımı ve şefaati, subay ve askerlerimin yüksek savaş yeteneği atlarımın gücü ve kuvveti ile bütün Yüeçileri ezdik. Böylece g...
Oğuz Kağan altı oğlu ile birlikte dünyayı fethedip cihangir olduktan sonra anayurduna döndü. Büyük bir kurultay topladı ve halka şölen verdi. Üç büyük oğlu “Bozoklar” sağda, üç küçük oğlu “Üçoklar” solda oturdu. Oğuz Kağan oğullarına þöyle seslendi:
“Ey oğullarım, ben çok savaştım, artık çok yaşlandım. Düşmanlarımı ağlattım; dostlarımı sevindirdim. Gök Tanrı’ya borcumu ödedim.”
Daha sonra Oğuz Kağan yurdunu oğulları arasında taksim etti. Ok-yay münasebetine göre Üçokların Bozoklara tabiyetini bildirdi. Töreye ve birliğe bağlı kalmalarını vasiyet etti.
(Prof. Dr. Osman TURAN, “Türk Cihan Hâkimiyeti Mefkuresi”, Türkler Ansiklopedisi, C 2, s. 846.(
Oğuz Kağan altı oğlu ile birlikte dünyayı fethedip cihangir olduktan sonra anayurduna döndü. Büyük bir kurultay topladı ve halka şölen ve...
(Abdurrahman Çaycı,Gazı Mustafa Kemal,Hayatı ve Eseri)
Fransa seyahatine Mustafa Kemal'le birlikte Binbaşı Selahattin ve Fethi Bey de katılır.Bu onun Barı Avrupa ile ilk temasıdır. Tats...
Hindistan'daki ilk sömürge yönetimini İngilizler 1612 yılında bir ticaret merkezi kurarak başlatmıştır. 1600 yılında Kraliçe I. Elizabeth bir Londra ticaret şirketine, İngiltere ile Hindistan arasındaki ticaret ilişkileri tekelini vermişti. İngilizler Hindistan ile olan ilişkilerini 250 yıl süreyle bu şirketin devamı olan "British East India Company" aracılığıyla sürdürmüşlerdi... Hindistan İngiltere'ye pamuktan ve ipekten kaliteli kumaşlarını satıyordu ve İngiliz Hükümeti de bu istiladan kurtulmanın yollarını arıyordu. 1685'den itibaren Hint kumaşları yüksek gümrük tarifeleriyle cezalandırıldılar. Ardından yükümlülükler giderek arttı ve çok yüksek seviyelere ulaştı ; bazı dönemlerde limanların bu mallara kapatıldığı da oldu.. Ne var ki bu şekilde geçen süre zarfında gümrük duvarlarının ve kısıtlamaların rekabeti İngiliz malları lehine bitirmekte etkili olamadıkları görüldü. Buhar makinelerinden ve İngiliz Sanayi Devriminden 50 yıl sonra bile Hindistan alt etmesi zor bir rakip olma özelliğini koruyordu. İlkel teknik donanımlarına rağmen yüksek kalite ve düşük fiyattaki kumaşları müşteri bulmaya devam ediyordu.. En sonunda, 19. yüzyılın başlarında, Britanya İmparatorluğu, neredeyse bütün Hindistan topraklarını kana bulayarak, askeri istilasını en üst noktasına çıkarana ve dokumacıları astronomik vergiler ödemeye mecbur bırakana dek bu inatçı rakipler yok edilemediler.. Bunun ardından İngiltere, insan kıyımından hayatta kalmayı başaranları giydirme nezaketini gösterdi. 19. yüzyılın ortalarına gelindiğinde, Hindistan'ın dokuma tezgahları artık Thames Nehri'nin dibinde yatıyordu ve Hintliler Manchester Tekstil Sanayii'nin en iyi müşterileri olmuşlardı !.. Efsanevi asker "Hindistanlı Clive"ın Londra ve Manchester ile kıyasladığı Dakka artık bomboştu. Şehirde yaşayan beş kişiden dördü oradan gitmişti. Dakka o güne kadar Bengal'in sanayi merkeziydi ; Bengal ise artık kumaş değil afyon üretiyordu.. Dakka bugün fakirler arasında bile fakir bir ülke olan Bangladeş'in başkenti..
(EDUARDO GALEANO,"Aynalar")
Hindistan'daki ilk sömürge yönetimini İngilizler 1612 yılında bir ticaret merkezi kurarak başlatmıştır. 1600 yılında Kraliçe I. Eliza...
RÖNESANS 15. ve 16. yüzyıllarda önce İtalya'da başlayan ve daha sonra Avrupa'da yayılan edebiyat, güzel sanatlar ve bilim alanındaki gelişmeler, yenilikler ve anlayışlara "Yeniden Doğuş" anlamında Rönesans denilmiştir.
Rönesans'ın Nedenleri:
* Ortaçağ'ın sonlarına doğru kültür ve sanatta önemli bir birikimin oluşması.
* Avrupa'nın İspanya'da Endülüs Emevi Devleti ve Sicilya aracılığı ile İslam Medeniyeti'ni tanıması. * Matbaanın geniş kullanım alanına girmesiyle yeni buluş ve düşüncelerin yayılması.
* Avrupa'da kültür ve sanat faaliyetlerini destekleyen, bilim adamları ve sanatkârları himaye eden varlıklı kişilerin (mesenlerin) ortaya çıkması.
* Coğrafi Keşiflerden sonra zenginleşen Avrupa'da, sanattan ve edebiyattan zevk alan bir sınıfın ortaya çıkması. * Antikçağ (Eskiçağ) eserlerinin incelenmesi.
* İstanbul'un fethinden sonra Bizanslı bazı bilginlerin İtalya'ya göç ederek eski Yunanca'yı öğretmeleri ve eski eserleri tanıtmaları.
Rönesans, 14. yüzyılın sonlarında İtalya'da başlamıştır. Rönesans'ın ilk önce İtalya'da başlamasında; İtalya'nın coğrafi konumu, ekonomik durumu, dini ve tarihi önemi, siyasal durumu ve İslam Medeniyeti'nden etkilenmesi önemli rol oynamıştır.
İtalya'da Rönesans, 14. yüzyılın sonlarında Hümanizma ile başlamıştır. Hümanizma; Eski Yunan ve Latin kültürünü en yüksek kültür örneği olarak alan ve Ortaçağ'ın skolastik düşüncesine karşı Avrupa'da doğup gelişen felsefe, bilim ve sanat görüşü, insanlık sevgisini en yüce amaç ve olgunluk sayan bir doktrindir.
İtalya'da Eskiçağ'dan kalan antik eserleri incelemek ve benzerlerini yapabilmek amacıyla akademiler kurularak Yunanca, Latince ve İbranice metinler incelendi. Hümanizma, insanın kendini tanımasına, yasalarını yapmasına ve haklarını korumasına zemin hazırlamıştır.
Rönesans’ın Sonuçları:
* Avrupa ülkelerinde bilim, sanat, edebiyat alanlarında yeni bir dünya görüşü ortaya çıktı.
* Skolâstik düşünce yıkıldı. Düşüncede serbest bir ortam doğdu.
* Deney ve gözleme dayanan pozitif düşünce ortaya çıktı.
* Kilise zayıfladı. Bu durum Reform Hareketlerini başlattı.
* Bu döneme kadar bilim, sanat ve medeniyet alanlarında İslam Ülkeleri öncülük yaparken, Rönesans hareketleriyle Avrupa Ülkeleri öne geçti.
* Avrupa'da insan faktörü öne çıktı. İnsanlar kendi haklarına sahip çıkmaya başladılar.
RÖNESANS 15. ve 16. yüzyıllarda önce İtalya'da başlayan ve daha sonra Avrupa'da yayılan edebiyat, güzel sanatlar ve bilim alan...
Orta Çağ'da Avrupa’da Katolik kilisesinin egemenliği ve feodalite sistemi mevcuttur. Orta Çağda Hıristiyanlık, Katolik ve Ortodoks olarak iki mezhebe bölünmüştür. Bizans İmparatorluğu’nun otoritesi altında bulunan Ortodoks kilisesi siyasal alanda fazla rol üstlenmezken, bunun yanında Batı Roma İmparatorluğu’nun yıkılmasından sonra karşısında büyük bir otorite bulamayan Katolik kilisesi siyasal, ekonomik ve dinsel anlamda önemli bir güç teşkil etmeye başlamıştır. Katolik Kilisesi’nin Roma’da bulunan liderine Papa, Ortodoks Kilisesinin İstanbul’da bulunan liderine Patrik ismi verilmiştir.
Bu dönemde etkisini süren Skolastik Düşünce ise dinsel kaynaklı dogmatik düşünce anlayışıdır. Bu anlayışa göre kilisenin öğretileri mutlak doğrudur, değiştirilemez, deney ve gözlem yapmak yasaktır.
Orta Çağ'da Avrupa’da Katolik kilisesinin egemenliği ve feodalite sistemi mevcuttur. Orta Çağda Hıristiyanlık, Katolik ve Ortodoks ol...
Tarihimizde “Kafkas kartalı” diye geçmiş bulunan İmam Şamil yüz binlerce Rus ordularını birkaç arkadaşıyla yıllarca uğraştıran kahramandır.Üstat Şeyh Celaleddin Efendinin dizi dibinde Tarik-ı Nakşibendiyyenin âb-ı hayat pınarından kana kana içmek suretiyle menaviyatın zirvesine yükselirken, sol eliyle kullandığı kılıcıyla tek başına ordulara göğüs germek gibi bu dünyanın en büyük zevklerine de tatmaktan geri durmamıştır. Az bir kuvvetle uzun yıllar sürdürdüğü mücadelesini, esaretinden sonra aynı şekilde devam ettirmiştir. Ruslara esir düştüğünde; Yemek esnasında, İmam Şamil’in iştahlı iştahlı yemek yediğini gören çar’ın:
“Kumandan, bu iştahla beni de yiyeceğinizden korkuyorum” demesi üzerine etrafındakilerin kahkahaya boğuşları uzun sürmemiş Kafkas Kartalı:
“Çar hazretleri kaygılanmayınız. Ben elhamdülillah müslümanım ve domuz eti yemem haramdır.”
Tarihimizde “Kafkas kartalı” diye geçmiş bulunan İmam Şamil yüz binlerce Rus ordularını birkaç arkadaşıyla yıllarca uğraştıran kahramandı...
Veba Salgını, 1346 ile 1352 seneleri arasında Avrupa bölgesinde 20 milyon tüm dünyada ise yaklaşık olarak 75 milyon civarında insanın öldüğü o zamanın şartlarına göre bir kıyamet niteliğinde bir olay olarak tarihteki yerini almıştır.Daha önce de veba salgınları olmuştu. Örnek vermek gerekirse Roma zamanında yaklaşık bu tarihten 750-800 sene önce İmparator Justinyen zamanında sonra 400 sene sonra da kara ölüm olarak adlandırılan Veba salgını Avrupa’yı vurmuştu.Salgın zamanında ölüm oranları yaklaşık yüzde 75 civarında idi. Zira kişiye bulaştığı zaman ortalama olarak 5 günde ölüm meydana geliyordu.Hastalığın genel belirtileri arasında lenf bezlerinde şişme oluşmasıydı.Özellikle kasık ve koltuk altlarında oluşan ve zamanla büyüyen lenf bezleri hastaya dayanılmaz acılar vermekteydi.Vebanın bu türüne de ”bubonik veba” adı verilmiştir.Çünkü bu lenflerdeki şişliklere “bubon” denirdi.
Bubonlar belirdikten sonra ve akabinde ortalama 3 gün içerisinde ise yüksek ateş, sayıklamalar ve en önemlisi de deri altında siyah bir görünüm almasını sağlayan kanamalar meydana gelirdi.Unutmayın ki bu salgının bir diğer ismi de kara vebadır.Ortağçada bubonların git gide büyümesiyle beraber ve hasta daha sancılı bir duruma gelmesinden sonra bubonlar patlatılır ve içindeki iltihap dışarı akıtılırdı.Bubonları patlatmak hasta için ölüme eşdeğerdi günümüze gelen bilgilere göre bile ölüye yakın hastalar bile bu patlatılması esnasında çığlıklar atar ve debelenirlerdi. O zamanki doktorlar bubonların patlamısını iyiye yorarlardı. Çünkü ölenlerin yarısından çoğu daha erken bubonları patlamadan öldüğü için bu olay hastanın içinde hala savaşabilecek gücünün olduğunun simgesi olarak kabul edilirdi.
Veba salgınındaki veba mikrobu direkt olarak hastanın kanına girerdi. Bu durum hastalarda kısa zaman içerisinde ölüme, hastanın sok geçirmesine ve büyük miktarlarda kanamaya yol açardı.Bu tür ''septisemik veba olarak adlandırılmıştır .Başka bir türü de “veba zatüresi”dir. Bu türde ise hastalar zatüre hastalığına yakalanmalarından dolayı kanlı balgam çıkara çıkara vefat ederlerdi.
Veba Salgını, 1346 ile 1352 seneleri arasında Avrupa bölgesinde 20 milyon tüm dünyada ise yaklaşık olarak 75 milyon civarında insanın ...
Süleymaniye Camiinin inşaası sırasında bir ermeni usta, yanlış duvar yapması sonucu, Kanuni tarafından cezalandırılır. Ermeni usta, sultandan şikayetçi olur. Kadı, ikisini de huzuruna çağırır. Kanuni ve usta, kadının karşısında ayakta beklemektedirler. Karar açıklanır:
-"Kısas!" yani Kanuni de aynı şekilde cezalandırılacaktır.
Ermeni usta, adalete hayret eder ve:
-"Madem dininiz bu kadar adil, hem davamdan vazgeçiyorum hem de müslüman oluyorum" Davadan sonra Kanuni, kadıya:
-"Eğer ben padişahım diye benim lehimde bir karar verseydin, seni bu kılıcımla öldürürdüm"
Kadı, oturduğu minderin altından bir hançer çıkarır ve :
-"Sultanım siz de eğer 'ben padişahım' diye kararıma itiraz etseydiniz ben de bu hançeri sizin kalbinize saplardım..."
Süleymaniye Camiinin inşaası sırasında bir ermeni usta, yanlış duvar yapması sonucu, Kanuni tarafından cezalandırılır. Ermeni usta, sult...
Günlerden birgün İtalyan büyükelçisi Ata ile görüşmek ister ve huzura davet edilir. O günün muhtelif ekonomik-siyasi konuları hakkında konuşulduktan sonra büyükelçi:
-" Ekselans dün Roma ile yaptığım bir görüşmede hükümetimizin Hatay’ı almak istediği kararını size iletmem söylendi." der.
Odada bir an sessizlik olur. Ata büyükelçiye birşeyler daha ikram eder ve iki dakika odadakiler ile başbaşa bırakır. Döndüğünde ayağında çizmeleri, üzerinde mareşal üniforması ve belinde tabancası vardır. Doğru masasına gider, manyetolu telefondan Mareşal Fevzi Çakmak’ın bağlanmasını ister ve Çakmak’a:
-" Paşa İtalyan dostlarımız Hatay’a gelmek istiyorlar hazır mıyız?"der. Fevzi Çakmak durumu anlar ve ” Biz hazırız Paşam. ” diye yanıtlar.
Ata büyükelçiye döner ve:
-” Biz hazırmışız, hükümetinize söyleyin isterlerse Hatay’ı gelip alabilirler.”
Günlerden birgün İtalyan büyükelçisi Ata ile görüşmek ister ve huzura davet edilir. O günün muhtelif ekonomik-siyasi konuları hakkında ko...
Dostlarında biri, Fransız kralı 15. Lui’ ye:
- Majesteleri, demiş. Akıl vergisi almayı hiç düşündünüz mü? Hiç kimse budalalığı kabul etmeyeceğine göre, herkes böyle bir vergiyi seve seve öder.
Kral, alaylı alaylı gülerek:
- Hakikatten enteresan bir fikir, cevabını vermiş. Bu buluşunuza karşılık, sizi akıl vergisinden muaf tutuyorum.
Dostlarında biri, Fransız kralı 15. Lui’ ye: - Majesteleri, demiş. Akıl vergisi almayı hiç düşündünüz mü? Hiç kimse budalalığı kabul et...
"Elif", gerçekte Eski Yunan alfabesinde ilk harfin adı olan "alfa"dan geçme ; yazılış itibarıyla ince uzun bir harf.. Bir başka ince uzun nesne ise "mertek", yani "evin tavanını tutan ana kalas".. Demek ki gördüğü nesneyi çok ilgisiz bir şey sananlara, "Elif'i görse mertek sanır" derken, aslında "Elif harfini gördüğünde, ikisi de ince uzun olduğundan, onu kalas sandı," demek istiyoruz.. "Mertek", Ermeniceden, aynı anlama gelen "martag" sözcüğünden gelme.. Bu sözcüğün kaynağı hiç de şaşırtıcı değil, çünkü Anadolu tarihinde Ermeni yapı ustaları ciddi bir yer tutuyor. Bu alanda "kargir", "kepenk", "hızar" gibi kimi başka sözcükler de dilimize Ermeniceden gelmiş..
(CANER FİDANER)
"Elif", gerçekte Eski Yunan alfabesinde ilk harfin adı olan "alfa"dan geçme ; yazılış itibarıyla ince uzun bir harf.....
Fatih Sultan Mehmet, fetih sırasında şehit olanların gömüldükleri Azapkapısı'ndan Kasımpaşa'ya yayılan sahayı mezarlık olarak ilan etti. "Asmalı Mescit" bu mezarlığın üst sınırındaydı. Suriçi İstanbullular, ölülerini kayıkla karşıdaki Meyyit İskelesi'ne geçirip buradaki Meyyit Camii'nde namazını kıldıktan sonra bu mezarlığa defnederlerdi.. Kaptan-ı Derya Cafer Paşa 1516'da mezarlıktaki bazı kabirleri imha edip Tersane'ye ilave binalar inşa ettirmeye kalktığında, 1453 fethini yaşamış bazı pir-i fani gaziler şehit yoldaşlarına yapılan muameleden dolayı Yavuz'a beddua etmişlerdi.. Evliya Çelebi de ailesinin bu mezarlıkta gömülü olduğunu belirtir. Üstelik kabirlerde Kufi yazısı görüldüğünü ve bunların Arapların Bizans'ı kuşatmalarında şehit olan sahabe kabirleri olduğunu iddia eder.. Osmanlı döneminin en renkli ilk tasvirlerini aktaran Evliya Çelebiye'ye göre ; "Galata kavminin birincisi gemiciler, ikincisi tüccarlar, üçüncüsü sanatkarlar, dördüncüsü kalafatçı marangozlardır.." Bu kadar denizcisi bol yerin meyhanesi de çok olur. Rumlar meyhaneci, Ermeniler pastırmacıdır. Galata Kalesi içinde alemin gördüğü en çirkef işler icra edildiği gibi, dünyanın her yerinden gelen içki ve şarapların da en alası buralardaki meyhanelerde satılır. Yüzlerce müşterinin aynı anda yiyip içtiği meyhaneleri vardır.. Latifi'ye göre, "Bu güzel şehrin içki sofrası ve alemleri sürekli devam eder. İçki meclisi buradan gayri yerde haramdır..
(SİNAN ÇULUK, #tarih dergisi Şubat-2016)
Fatih Sultan Mehmet, fetih sırasında şehit olanların gömüldükleri Azapkapısı'ndan Kasımpaşa'ya yayılan sahayı mezarlık olarak ila...
Osmanlı'nın sosyal hayatı içerisinde, Iskatçılar (mortçular), sebilciler, kasideciler ve kabakçılar gibi adlar verilen dilenci gruplarından biri de, İstanbul'da muharrem ayının ilk günlerinde kapı kapı dolaşarak dilenen ve çoğunluğu kör olan "goygoycular" idi.. Cami imaretinin karşısındaki tabhane (yoksulların kalması için kurulmuş hayır kurumu) binasında barınan goygoycular, altı kişilik gruplar halinde dolaşıp, Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin'in şehadetleri ile ilgili kaside ve mersiyeler okuyarak dilenirlerdi.. "Goygoy" kelimesinin, söylemiş oldukları ilahilerde geçen nakaratlarla ilgili olabileceğini düşünenlerin yanında okudukları mersiyelerin son bölümlerinde "hey kaygulu canım" şeklindeki bağırışlarından da doğabileceğini ileri sürenler olmuştur.. Goygoycuların tam olarak ne zaman İstanbul'da görüldüklerine dair kesin bir bilgi olmasa da, Yeniçeri Ocağı'nın kaldırılmasından sonra ortaya çıktıkları tahmin edilmekte.. Başlarında bulunan külahlara ince beyaz yemeni sarıp sırtlarına beyaz cüppe, ayaklarına da sarı pabuç giyen goygoycular, II. Meşrutiyet'in ilanına kadar sokaklarda dilenebilmiş, ancak bu tarihten itibaren artık para ve erzak toplamalarına izin verilmemiştir. Özellikle Muharrem ayının başlarında dini bir kisveye bürünerek ortaya çıkmalarının sebebi ise, Kerbela'da yaşanan menfur olayları unutturmamaktır.. Goygoycular, kör oldukları için yanlarında "yedekçi" ya da "eydirci" adını verdikleri bir yardımcıyla altı kişilik gruplar halinde birbirlerini omuz başlarından tutarak tek kol düzeninde yürüyüp sokaklarda dilenirlerdi. Bu altı kişi, 12 imamı sembolize eden ikişer gözlü 12 torba taşır, topladıkları erzak ve sadakaları bunlara koyarlardı.. Diğer taraftan, goygoycular, ilginç ve biraz da dağınık görünümleriyle yaramaz çocukların anneleri için tam bir terbiye aracıydı. Goygoycular onlar için bazen bir polis, bazen bekçi, bazen de ürkütücü bir korku unsuru idi.. Hem yerli kaynaklar, hem de yabancı seyyahların hatıratı bizlere Osmanlı coğrafyasında dilenciliğin çok yaygın olmadığını, buna sebep olarak da sadaka kültürünün toplumun her tabakasında yayılmış olduğunu aktarıyor.. Evliya Çelebi 17. yüzyılda İstanbul'da dilenci sayısının 7 bin olduğunu söylerken, aynı tarihlerde Paris'te bu sayının 40 bin olması dikkate değer bir bilgi olarak karşımıza çıkıyor..
(MURAT KUTLU, "Sıradışı Osmanlı")
Osmanlı'nın sosyal hayatı içerisinde, Iskatçılar (mortçular), sebilciler, kasideciler ve kabakçılar gibi adlar verilen dilenci grupla...
İncili Çavuş, Osmanlı elçisi olarak Fransa Kralına gönderildiğinde, elbiselerinin bazı yerlerinde yama varmış.
Kral, bunları görünce dayanamayıp:
- Bana senden başka gönderecek adam bulamadılar mı? diye sorunca,
İncili Çavuş:
- Osmanlılar, adama göre adam gönderirler. Beni de sana göndermelerinin hikmeti bu olsa gerek,cevabını vermiş
İncili Çavuş, Osmanlı elçisi olarak Fransa Kralına gönderildiğinde, elbiselerinin bazı yerlerinde yama varmış. Kral, bunları görünce day...
Siyahi çocuklar, yalnızca beyaz çocukların girebildiği parkta, oynayanları izliyor.
Rus birliklerinin Yeşilköy’e gelmeleri ancak İngilizlerin diplomatik ilişkilerini keseceklerini bildirmesi üzerine İstanbul’a girmeye cesaret edememeleri. Rusların Yeşilköy’e gelmesi üzerine Mareşal Gazi Ahmet Muhtar Paşanın Yeşilköy’de bulunan Necip Paşa Tümenini Yeşilköy’den Baruthane (Ataköy civarı)’ye kadar geri alması.
Rus birliklerinin Yeşilköy’e gelmeleri ancak İngilizlerin diplomatik ilişkilerini keseceklerini bildirmesi üzerine İstanbul’a girmeye ces...
İlk Çin imparatoru Qin Shi Huang'ın mezarında bulunan terrakotta heykeller, MÖ 210 tarihinde yapılmıştır, 1974'te Çin Halk Cumhuriyeti'nin Shaanxi eyaletine bağlı Xi'an yakınlarında bir çiftçi tarafından bulunmuştur. Qin Shi Huang henüz hayattayken MÖ 246 yılında başlanan mezarının inşası 30 küsür yıl sürmüş, inşaatta 700 bin kişi çalıştırılmıştır. Boyları 183-195 santimetre arasında değişen bu heykel askerlerin her birinin yüz ifadesi farklıdır. Kazı alanında çoğu hala toprak altında 8000 asker, 520 atıyla birlikte 130 savaş arabası, 150 süvari atı bulunduğu tahmin edilmektedir.
İlk Çin imparatoru Qin Shi Huang'ın mezarında bulunan terrakotta heykeller, MÖ 210 tarihinde yapılmıştır, 1974'te Çin Halk Cumhur...
1950 ve 60’lı yıllardaki “işleriyle” ün kazanan “Sülün Osman”, tramvay, Galata Kulesi, kent meydanlarındaki saatler, şehir hatları vapurları gibi kamu mallarını saf vatandaşlara satması veya kiraya vermesiyle meşhur oldu. Galata Köprüsü’nü satmak üzereyken tesadüfen yakalandı. Hayatının tutuksuz yıllarında bir dönem hapishanelerde suça bulaşmadan yaşamak üzerine konferanslar verdi, Sadri Alışık gibi sinema artistlerine dolandırıcılık rolleri için yardımcı oldu filmlerde ufak rollerde aldı. Ölümüyle ilgili kesin bilgi olmamakla birlikte, polisin tahminlerine göre 1984 yılında Beyoğlu'nda sürekli kaldığı otelde kalp krizinden öldü ve kimlik taşımadığı için kimsesizler mezarlığına gömüldü.
1950 ve 60’lı yıllardaki “işleriyle” ün kazanan “Sülün Osman”, tramvay, Galata Kulesi, kent meydanlarındaki saatler, şehir hatları vapurl...
Cihangir sokaklarında bir zamanlar çok aşina olduğumuz yoğurtçu, 1950'li yıllar
Osman Yüksel'in milletvekili olduğu yıllardır. Birgün meclis kürsüsünde kendisine laf atan vekillere dayanamaz ve:
-"Bu meclistekilerin yarısı eşektir!" der ve iner kürsüden.
Bunun üzerine meclis karışır ve herkes kendisinden sözünü geri almasını ister. Arkadaşlarının da ricası ile tekrar kürsüye çıkar ve zekasını gösteren ve vekilleri rahatlatan şu sözleri söyler:
-"Bu meclistekilerin yarısı eşek değildir!"
Osman Yüksel'in milletvekili olduğu yıllardır. Birgün meclis kürsüsünde kendisine laf atan vekillere dayanamaz ve: -"Bu mecli...
Bilindiği gibi Fatih, genç yaşta padişah olmuştur. Yaşı gençtir ama zekası ve inançları çok kuvvetlidir. Yeni sultan olduğu yıllardır. Birgün bir sefere gidilecekken ordunun başında babasının olmasını ister. Ancak babası bu teklifi kabul etmez. Fatih'in maksadı babasının ilminden ve tecrübesinden yararlanmaktır.
-"Eğer sen padişahsan geç ordunun başına. Yok eğer ben padişahsam emrediyorum ordunun başına geçeceksin!"
Babası Sultan Murat, başka çare bulamaz ve orduya komutanlık yapar.
Bilindiği gibi Fatih, genç yaşta padişah olmuştur. Yaşı gençtir ama zekası ve inançları çok kuvvetlidir. Yeni sultan olduğu yıllardır. B...
Galata Kulesi ve günümüze ulaşamayan Galata surları, 1880
Kimya biliminin dehası Lavoisier'in, asıl eğitimi hukuktu ve Paris Barosu'na kayıtlı bir avukattı. Bilimsel gözlem ve yorum üzerine yaptığı konuşmaları nedeniyle bütün dünyada ün kazanmıştı. Kimya bilimini reddeden yobazları gösterip "Bu kelleler hiçbir şeye yaramaz" dediği için tutuklandı. Aynı gün yargılanıp, giyotinle ölüme mahkum edildi. Lavoisier; matematikçi Lagrange'i çağırdı ve "Kafam sepete düştüğünde gözlerime bak. Eğer iki kere göz kırparsam; insanın kafası kesildikten sonra bir süre daha beyin düşünmeye devam etmekte demektir"... dedi. Lavoisier'in kafası kesildi, sepete düştü ve gülerek iki kere göz kırptı. Matematikçi Lagrange diyor ki; "Lavoisier'in son saniyedeki ispat arayışı, bilimselliğin yüzyıllar sürecek meşalesidir. Ama o yobaz kafalar asırlarca karanlıkta sürünecekler, insanlığı da süründürecekler"..
Kimya biliminin dehası Lavoisier'in, asıl eğitimi hukuktu ve Paris Barosu'na kayıtlı bir avukattı. Bilimsel gözlem ve yorum üzeri...
Galata, İstanbul'un karşısında Haliç'in ağzında ilk kurulduğu zamanlardan itibaren kozmopolit yapısıyla dünyanın cazibe merkezi olma özelliğini hiç kaybetmemiş, Roma İmparatoru I. Constantin (323-337) ilkçağdan beri İstanbulluların "Pera" (Karşı) dedikleri bölgede bulunan bir miktar evin çevresine ilk suru yaptırdığında yüzyıllar içinde önemini giderek artıracak bir bölgeyi belirlemişti aslında. Zamanla "Galata" ismini alan bu mevki, Cenovalı tüccarların özerk hareket ettikleri bir bölge haline gelecekti. Bizanslılar, Cenovalıların faaliyetlerinin kendi aleyhlerine geliştiğini görünce, buradaki surları yıkarak imtiyazlarını kaldırmaya yönelik girişimlerde bulundular. Ne var ki Bizans'ın iç kargaşasından yararlanan Cenovalılar, 14. yüzyılda surları eskisinden daha mükemmel yaptıkları gibi derin hendeklerle de tahkim ettiler. Surların en yüksek noktasına da günümüzde "Galata Kulesi" olarak yaşamaya devam eden burcu inşa ederek, Bizans'a meydan okumayı sürdürdüler. Bu kuleden sonrası bağlık, bahçelik, ormanlık arazi halinde kaldı.. Konstantiniyye'nin 1453'de fethinde Cenovalıların Bizans devrindeki imtiyazları ortadan kaldırıldı ama Galata'daki kozmopolit yapı devam etti. Bir kısım sur duvarı Fatih'in emriyle yıktırıldı. Cenova kolonisinin Rumlarla birlikte yaşadığı kale içinin yanı sıra Kasımpaşa ve Tophane taraflarına yoğun Türk yerleşimi başladı..
(SİNAN ÇULUK, #tarih dergisi Şubat-2016)
Galata, İstanbul'un karşısında Haliç'in ağzında ilk kurulduğu zamanlardan itibaren kozmopolit yapısıyla dünyanın cazibe merkezi o...
ABD'de Shakespeare'in kimliğini saptamak üzere kurulan yapay mahkemeler ünlüdür. Ama bunların en komiği, 1916'da Chicago'daki gerçek bir davadır. Film yapımcısı William Selig, Shakespeare'in oyunlarından film yapacağını, ama asıl yazarın Francis Bacon olduğunun öne sürüldüğünü, yazarın kimliğinin tespit edilmesi gerektiğini söyleyerek mahkemeye başvurur. Yargıç Richard Tuthill, asıl yazarın Francis Bacon olduğuna hükmeder !.. Ertesi gün, 22 Nisan 1916'da, "Chicago Tribune" gazetesi "Aha ! Sherlock Yaya Kaldı !" başlığıyla dalgasını geçer : "Londra'da Globe Tiyatrosu çevresindeki dostları tarafından kısaca Bill diye anılan William Shakespeare, dün Yargıç Tuthill tarafından müflis ilan edildi."
(AYŞEN GÜR, #tarih, Şubat-2016)
ABD'de Shakespeare'in kimliğini saptamak üzere kurulan yapay mahkemeler ünlüdür. Ama bunların en komiği, 1916'da Chicago'...
John Fitzgerald Kennedy 1960 yılında başkanlığa seçilince USIA'in (Amerikan Enformasyon Ajansı) çalışmalarına büyük önem verdi. Bu ajansın başına saygın bir gazeteci olarak tanınan ve McCarthy'yi eleştirmekle ün yapan Edward R. Murrow getirildi. Ajansın 1960 yılında 100 milyon dolar olan bütçesi 1963 yılında 160 milyon dolara yükseltildi.. Kennedy'nin basın hakkındaki düşünceleri nelerdi ?.. Kennedy, 1961 yılında Reklamcılar Derneği'nin New York'taki Waldorf Astoria otelinde düzenlediği yemekte yaptığı bir konuşmada şunları söylüyordu : "1851 yılında New York Herald Tribune gazetesinin Londra temsilciliğinde pek de göze çarpmayan bir gazeteci çalışıyordu. Bu gazetecinin adı Karl Marx idi. Marx'ın çok düşük olan ücretini artırmak için yaptığı girişimler gazetesi tarafından reddedilince o da Herald Tribun'den ayrıldı ; bütün zamanını ve enerjisini kendi ideolojisini geliştirmeye ve yaymaya harcadı. İşte daha sonra Leninizm'e, Bolşevik Devrimi'ne, Stalinizm'e ve Soğuk Savaş'a yol açan gelişmelerin başında böyle bir gazetecilik hikayesi yer alıyor.." (ONUR ÖYMEN, "Bir Propaganda Silahı Olarak Basın")
John Fitzgerald Kennedy 1960 yılında başkanlığa seçilince USIA'in (Amerikan Enformasyon Ajansı) çalışmalarına büyük önem verdi. Bu aj...
(EDUARDO GALEANO, "Aynalar")
Nobel ödülünü kazanan ilk kadın oldu ve bu ödülü iki kez kazandı... Sorbonne Üniversitesi'nin ilk ve uzun yıllar boyunca da tek ka...
1950 dünya kupası Brezilya’da oynanacaktı. Bu turnuvaya katılma hakkı kazanıp da gidemeyen iki takım vardı. Birisi Türkiye, diğeri ise H...
Birinci Cihan Harbi sonuna doğru Sykes-Picot Anlaşması ile Ortadoğu'nun paylaşılmaya başlandığı dönem.. İngiliz Savaş Kabinesi'nde Lloyd George, Filistin'de bir Yahudi devleti kurulmasını kuvvetle destekliyor, Lord Curzon ise karşı çıkıyor... Curzon, kurak ve çorak Filistin topraklarının o kadar yeni nüfusu besleyemeyeceğini söylüyor. Fakat Romanyalı bir Yahudi, tarımcı ve botanikçi, aynı zamanda İngiliz istihbaratçısı Aaron Aarsohn, Filistin'de Hermon Dağı eteklerinde aradığını bulmuştur : Kurak ve çorak topraklarda da yetişen yabani buğday türü.. Fromkin, "Bilimsel tarımla zenginleştirilip verimli hale getirilecek topraklarda daha milyonlarca kişinin yaşayabileceğinin kanıtlandığını" ve böylece Filistin'de Musevi devleti kurulmasının önünün açıldığını belirtiyor.. Tabii yerleşecek olan Musevi nüfus da eğitimli, teknolojiye yatkın bir nüfustu..
(TAHA AKYOL, "Hürriyet", 10 Şubat 2016)
Birinci Cihan Harbi sonuna doğru Sykes-Picot Anlaşması ile Ortadoğu'nun paylaşılmaya başlandığı dönem.. İngiliz Savaş Kabinesi'n...
Fransız Hükümeti, 1856 yılında Cezayir'i "aydınlatması" için sihirbazlar sihirbazı Robert Houdin'i görevlendirdi... Ş...